Bir kafedesiniz, başınızı kaldırdınız ki kimi göresiniz! “Kimi” kısmı size kalmış, buyrun yazıda anlatın.
der blog fırtınası dokuzuncu gün ödevim. Başımı kaldırdığımda görmek istediğim kişi bir roman kahramanı. Sıcak Külleri Kaldı'da sevip, ayrılırken üzüldüğüm, Erguvan Kapısı'nda bulunca sevindiğim o güçlü kadın: Ülkü Öztürk.
Onunla kahve içmek istiyorum Bozcaada'da denize karşı, püfür püfür. Saçları uzamış olsa yine, rüzgardan zaman zaman yüzünü kapatan saçlarını Arın'ın hediyesi tokayla toplasa, sohbet etsek, neşeli. Geçmişini ayrıntılarıyla bildiğim, hüznüne, acılarına ortaklık ettiğim, hatta ağladığım bir kadınla karşı karşıya olmanın şaşkınlığından kurtulamasam.
Aşk, devrim, inanç, yılgınlık, direniş, hasret, sürgün, evlat, anne, Umut, gitmek, vazgeçmek, özlemek, acı, dayanmak, işkence, cezaevleri, açlık grevleri, ölüm oruçları, kaybetmek, kavuşmak, telefon başında beklemek ... Ah ne çok şey var onunla konuşmak istediğim!
Hep tehlikeli sularda gezilmiş ve geri çekilmeye niyet edilmemiş, gelecek planı kurulmamış, cesur sevişmeler, keder ve çaresizlik barındıran, doyasıya yaşanamamış bir aşktan kalanları konuşmak istiyorum. Yıllar da geçse baştan alınan, ilerlemeyen, bitirilememiş '' her ayrılıktan sonra küllendiği sanılan ve her defasında kendi küllerinden doğan''* Arın Murat ile aşklarını, yirmi beş yıl sonra karşılaşmanın ağırlığını anlatsa bana. Ve bu aşka eşlik eden mimozalar, papatyalar geçse gözlerimizden...
Sonra hayatına giren diğerleri: oğlu Umut, Ömer Ulaş, Derin, Theo ve diğerleri... Hepsinden biraz konuşsak. Sürgün yılları, yıkılan Berlin Duvarı, yıkılan heykeller, sorgusuz sualsiz inanılan sosyalizm, devrimci geçmiş, kuşağının çektiği acılar, ödenen ağır bedeller, çocuklarını yiyen ülkede anne olmak, kadın olmak, evlat acısı... Hepsi ağır gelecek biliyorum, yaralarını kanatamam yeniden. Bu yüzden sussak, ben sormasam; gözlerinde, ellerinde, duruşunda arasam cevaplarımı. "Kalbin, aklın tanımadığı gerekçeleri vardır.'' satırı düşmüş bir kere hatırıma...
Kahvemiz bittiğinde eve davet etsem. Kağıda koysam somonları, biraz deniz tuzu, biraz karabiberle. Yanına da verev doğranmış bir pırasa, bir de havuç, azıcık beyaz şarap döksem, azıcık da zeytinyağı gezdirsem. Kağıdı sıkıca sarıp koysam tepsiye, yanına brokoliler, üzerlerine zeytinyağı, tuz ve karabiber sadece. Fırın iki yüz derecede, on on beş dakikaya pişse hepsi, biz şaraplarımızı yudumlayıp masayı hazırlarken. Yemek uzun sürse, o unutulmaz filmin unutulmaz sahnesindeki müzik eşlik etse bize, içimde yankılansa şiiri:
kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin
gizli, viran bir kapıdan giriyor
başında erguvan tacı
erguvan giyinmiş
yaraları erguvan
münkir bir keşişin gölgesinin ardından
kutsal bilgeliğe doğru yürüyor.
* sayfa 117
No comments:
Post a Comment